Neyin habercisiydi sınıftaki sessizlik, kim anlatır bana bu sessizliğin nedenini? Gözler dolu dolu, neden herkesin bakışları üzerimdeydi. Gözlerinin içinden, yüz ifadelerinden seziyorum bir şeyleri ama, soramıyorum bir türlü. Benimde gecem kâbuslu geçmişti. Asık bir yüzle geldim okula. Hem bedenen hem de zihinsel yorgunluk yaşıyordum. Bu sessizliğin adını sorduğumda anında çözüldü. Boğazlarıda döğümlenen hıçkırıklar… Koptu bir ‘vaveyla', 'zeliha' diyen fısıltılar duydum. Sıralara baktığımda, Zeliha'nın yeri boştu. İlk kez Zeliha'sız bir sınıf. Hıçkırıklar daha da yükselmeye başladı. Hüzün ilk kez yaş damlacıklarıyla bir arada, okulun duvarlarında ilintilenerek ulaşıyordu dış kalabalığa. Paylaşılmayan duyguları isyana dönüşüyordu.
Zeliha, bu sabah okula gelirken 'Trafik canavarına' yakalanmıştı. Yazgı mıydı, sabahın erken saatlerinde okul servisini beklerken.... adı konulmamış bir ölüm...
Coşkuluydu, sevinç ve heyecanı bir arada yaşıyordu. Sarışın ve güleç yüzü, ışıltılı, mavi gözleri karşılıyordu günün ilk ışıklarını. Okulunu, Öğrenci arkadaşlarını düşündü. Bir an önce okuluna varmak, derse hazırlıklı olduğunu anlatmak, belleğine depoladığı bilgileri aktarma arzusu, bir ukte oluşturmuştu içinin derinliklerinde. Düşünceleri 5-E sınıfında; bakışları boşluğa odaklanmıştı. Nasıl olduysa… Bir anda küçücük bedeni yerde, açık kalan gözlerinde bir daha görmeyecekti günün aydınlığını, Emek Caddesinde her şey sustu. Ne ağlayan ne de gülen oldu bir daha. Her şey gömüldü derinliğe. Karacadağ'ın asi rüzgârı bir daha dalgalandırmadı nergiz kokulu saçlarını. Canavarın uğultusu, Zeliha'yı bir başka evrene taşımaya koyuldu. Bu gece melekler bile hüzünle öpecekti yanaklarını. Hiç bir zaman yıldızlarla kavgalı olmadı. O her akşam ay ışığıyla selamlaşırdı. Güneş vedalaşırken onunla, dağ doruklarında gökyüzüyle buluşurdu. Annesi, 'Gitme aşkım, bana sormadan, bensiz gitme. Bütün gece uyanık kaldım gitmeyesin” diye. 'Sen gittikten sonra gözlerim ağırlaştı, göremedim. Terk etti yavrum beni...” İlerleyen zaman, anneye inat öpüşüyordu Zeliha'yla. Sirenler çaldığında caddelerde, sanki gecikmiş 'trafik canavarı' bekler gibiydi koca kalabalığı…
Oysa boynu bükük bir çiçek, hüznün çoğaldığı bu saatlerde, başını kaldırıp ağlıyordu senin için. Bizse sensizliğin acısı içindeydik hep birlikte. Anneciğin sevdayla büyütmüştü seni. Türkülü, çiçekli, coşku dolu Zeliha'sız bir sınıfı neyleriz bundan böyle... Düşlerimizi huysuz uykuların derinliğinde bıraktık. Sınıftaki eğitsel kol levhasında asılı duran resmine bakıyorum her gün, acı ve hüznü yeniden yeniden yaşamak için. Artık düşler denizinden ne umut nede sevgi dağıtabiliyorsun. Yeşil bir örtünün altında beyazlara bürünmüş bedenin unutulabilinir mi hiç? Sevgi yüklü şarkı ve türkülerinden yoksun bıraktın bizi. 5-E kalabalığının yalnızlığında, nasıl geçecekti zaman? Ayrılıkların olağan görüldüğü bir kentte, neden kabullenemiyordum. ' trafik Canavarı”nın kıyımını. Karanlığa ve yalnızlığa kapanan korkuyu egemen kılmıştı. Durmaksı¬zın taşıyordu insanları faili meçhul bir başka evrene. 1995-1996'nın zamansız kış mevsimi ne tezatlar yaratıyordu bu kentte. 'Benu- Sen' karanlığı yaşarken, Ofis'te günün aydınlığı ışıl ışıl bir sabahı kucaklıyordu. Hangi makasla kesip atacağım bu acıyı, hangi güneşle eritivereyim bu hüznü. Sabahın loş aydınlığı, tatlı satan çocukların avazlarıyla selamlaşıyordu gün İle. Benim çocuklarımsa, sarmaş dolaş, okulun mavi ve lacivert'iyle dans ediyorlardı. Zeliha'nın maviliğini izliyorum şimdi, sınıfa her girişimde. Sınıfımızın çok sessizliği bile eksilmişti sensiz. Bizleri uzun süreli bir suskunluğa bırakarak terkettin bu coğrafyayı. Söylemiştim, günün birinde Kütahya'ya geleceğimi, sonsuzluğa dek seni kucaklayan o dost toprağı avuçlayacağımı... Evet, senin dinlendiğin ve seni kucaklayan topraklara, yeni dinmiş Eylül yağmuru sonrasında vardım. Gökyüzü bulutların kararsız karmaşası içinde toprak seni soluyordu bana. Soluduğum bu toprak kokusu, bendeki özlemi, yavaş yavaş büyüt¬meye başladı. Birden beş yıl öncesine gittim... Geride bıraktığımız yıllar değil. İçimizden çok şey yitip gitmişti. Selamlaştım mezar taşlarıyla… Gezegenimizin orta yerinde çocukları öldüren hain kurşunlar, kimyasal bombalar, yanı başımızdaki çocukların siyahı açlığı ve içimizde yok edemediğimiz katil trafik canavarı... Güzellim sizler bilgiye doymadan, aşkı öğrenmeden, sevgiyi doyasıya tatmadan gidiyorsunuz bir bir… Çocuk yaştaki ölümün adı olur mu? Bir ozanın deyişi ile 'kalleş ölüm'... Bir baba, bir anne ve uçağın kargosunda uyuyan Zeliha yükseliverdi Dicle üzerinden, kanatlarını çırpmadan yaylandı, süzülerek Kütahya semalarına... Ve sen Zeliha, bilerek mi bıraktın 'Ünite' köşesindeki karakalem çalışmanı.... Biliyor musun ZELİHA, doyulmaz güzelliktir, hasretle sizleri anmak ve yaşamak…
Temmuz 2006