Tozdu.
Yağmur yağdı.
Çamurlu yollardan geldi aklıma.
İnsanlık borcu,yazmasam olmazdı.
Ankara'nın erimiş,terli yaz günlerinde,
Ve puslu,sessiz kış günlerinde,
Aka sokağı gelip geçenler için üç dakika.
Pencere karşısındaki Ahmet için haftalar,aylar,seneler…
Sen üzülme annesi.
Ahmet basacak,çıkacak merdivenleri…
Mavi önlüklü çocuklar sabahları sokaktan geçip okula gidiyorlar.
Ahmet'in öğretmeni kaldırımlar,sokak lambaları,gelip geçen arabalar…
Yazı tahtası yerine buğulanmış camlara resimler yapar.
Başı önde,suskun işe giden ağabeyler,ablalar.
Bir gün de kaldır başını,bir el ver.
Ahmet sabırla her geçenden bir selam bekler.
Ne cebinde pahalı telefonu,
Ne cüzdanı ne parası.
Sanki hepimize uygarlığın çirkinliklerini öğretir de.
Biz anlamaz inatla kıyaslarız ötekiyle,berikiyle.
Zayıf tutar da bardağı,çatalı,kalemi,
Elleri atom bombasını bulan fizikçiden daha şerefli.
İnce çalılar gibi kırılgan,serçe yuvası elleri.
Bir keresinde yaşıtı bir kız penceresine baktı.
Ekmek beyazı yüreği yerinden fırlayacaktı.
Ne düşündü kim bilir?
Aşağı inebilseydi.
Elinden tutabilseydi.
Sevseydi.
Sevilseydi.
Ne biliyim en azından karşılıklı bir bardak limonata içselerdi.
Soruyu acıyla çarpan ümitler ve özlemler.
Ümitler…
Özlemler…
Şimdi düşünüyorum da neden diye ağır adımlar?
Neden diye çekilen onca zahmet,elem ve çile?
Bu dünyada bir şeyler de temiz ve günahsız kalabilsin diyeydi belki de.
Belki de sorgusuz,sualsiz girebilmek içindi.
Annesiyle el ele,
Ayağının altından nehirler akan,yemişlerle dolu cennete...